Gerald Roach
Kaburgalarımda hissettiğim acının tarifi mümkün değildi, buna neden olan ise saf çelikti Raun çeliği. Belli ki kadimlerin elinden çıkmıştı. Acımın tasfiri mümkün değildi. Ancak kadimlerin kılıcı dövdüğü gibi kılıçta kaburgalarımı dövmüştü. Akan kanıma mani olamıyordum. O an sanki zaman durmuştu. Her şeyi en ince ayrıntısına dek hatırlıyorum. Üstümdeki baskının ağırlığını omuzlarımda hissediyor olmam yetmezmiş gibi kırılan kaburgalar mantıklı düşünmeme engel oluyordu. Ama hala nefes alıyordum. Vazgeçmeye niyetim yoktu. Ölüm söz konusu bile olamazdı. Doğruldum ağzıma dolan kanı o şerefsizin yüzüne tükürdüm. Üzerime hamlesinin gelmesi gecikmedi tabii. Kılıcım darbesine karşı koyarken oluşan titreşim kaburgalarımın bir birine çarpmasına neden oluyordu. Acı dayanılmazdı aklımı yitiricektim. Ama burda bitmemeliydi ölemezdim. Arkamı döndüm yeni bir hamleyle burun burunaydım. Son anda attığım takla huzura kavuşmamı önledi ama yeterli değildi. Kaburgalarım beni öldürüyordu ayağa kalkmama engel oluyordu. Zamanım tükeniyordu. Bir çift eli kafamda hissettim çok geçmeden kocaman kaya gibi bir kafayı. Darbenin etkisiyle kendimden geçmişim kendime geldiğim sırada rakibim seyircileri çoşturyor küfürler savuruyordu. Son vuruş için hazırlanıyordu. Tek eliyle kafamı tutarken kılıcını kavradı ve krala döndü. Kararı bekliyordu parmak bu sefer benim kaderim için yön buluyordu. Ama bu seçimi herhangi birinin eline bırakamazdım bir şeyler yapmalıydım. Gücümü toplamaya çalıştım haddinden fazla kan kaybetmiştim. Buna rağmen kılıcıma uzanmaya çalıştım. Ayağımla yavaşça sürüklerken kaburgalarımın dayanması için dua ediyordum. Seyircilere kendini kaptıran hayvanın beni fark etmemesini umuyordum. Ama o sırada kral kararını vermişti. Parmağını indirmişti ölüyordum. Emri yerine getirmek için bana dönen hayvan elimki kılıcı fark edince yüzünün rengi değişti. Aslında bunun nedeni ellerimle dövdüğüm kılıcımın kalbine doğru ilerlemesinden de kaynaklanıyor olabilirdi. Ama o an bunu düşünücek durumda değildim. Kendime sapladığım kılıcımın verdiği acıya rağmen kılcımı sonuna kadar ittirerek kalbinin parçalandığından emin oldum ve acı içinde bayıldım.
Savaş kanla kazanılır. Tarihte savaşla yazılır. Bunu bilen Hadım Kral Kerberus savaşı her zaman teşvik eder ve ödüllendirirdi. Benim savaşmakta olduğum turnuva buna bir örnekti. Ama bu sefer şansım yaver gitmedi her seferinde tezehüratlarla terk ettiğim sahayı yine terk ederken bu sefer her yerim kanlar içindeydi. En kötüsüde bu kan düşmanımın değil bizzat kendi kanımdı. 4 kaburgam kırılmış 2 si param parça olmuştu. Acım hala sıcak ve taze idi. Ama yaşıyordum ölüme inat hala ayaktaydım. Yaklaşık üç gündür aralıksız uyuyorum. Uyandığımda ilk işim Hector'u bulmak oldu. Yeni bir kılıç üzerinde uğraşıyordu, Hadım Kral'dan bir armağan olacaktı bu kılıç turnuvanın birincisine. Yarı finalde rakibim tarafından aldığım yaralar ölümcüldü bu yüzden finale çıkıp kendimi gösterme ve bu kılıcı taşıma şerefine nail olamadım ama kralın hala bir final müsabakası izlemek istediğine eminim. Kılıç için hala bir şansım olduğuna inanıyorum açıkçası. Ama hali hazırda olan yaralarım büyük bir engel teşkil etmekte benim için. Kralın bu konuda sabırsızlanıcağına ve benim yaralarım iyileşmeden savaşmak zorunda kalacağıma eminim. Bu nedenle derhal sağlığıma ve eski gücüme kavuşmam gerek.
Hector kılıçla ilgilenmeyi bırakınca benim onu ve kılıcını hayran bakışlarla izlediğimi fark edip yanıma geldi.
-Uyuyan güzel sonunda uyanmışlar demek. Diye söze girdi Hector elini omzuma koyarak.
-İşin ucunda şu senin kılıç olmasa yataktan kalmaya niyetim yoktu doğrusu.
-Her şey bu kılıç için vay be duygulandım doğrusu. Cidden duygulanmıştı yüzündeki pis tebessüm bunu açıkça belli ediyordu.
-Bu devirde raun çeliğinden bir sanat eseri bulmak zor doğrusu ve senin gibi yetenekli bir demirci de.
Hector her zaman kendisiyle böbürlenmeyi sevmişti. Nabza göre şerbet vermek hitabet işlerinde esastır. Bende konuşmalarımı bu doğrultuda yapıyordum. Sonuçta bu kılıç övülmeyi fazlasıyla hak ediyordu. İltifatımdan hoşlanmış olucak ki hemen mutlu bir haberle devam etti sözlerine.
-Şanslısın kılıç için hala şansın var. Kral hala turnuvaya yakışır bir final görme niyetinde ve yarı finaldeki o dövüşünden sonra sana sempati duymaya başladı. Seni iyileştiren kralın baş hekimiydi zaten.
Anlaşılan sadece kazandığım şey bir zaferden fazlası idi. Kralın ilgisi tam da aradığım itici güç oldu benim için. Böyle savaşçı ruhlu bir kralın komutası altında, yenilmez bir orduyla zaferden zafere koşmak tam da hayalimdeki gibi. Bu şekilde dünkünden hiçbir farkı olmayan hayatıma bir renk katabilme fırsatımda olmuş olucaktı. Ölmeyerek akıllılık etmişim doğrusu. Hector'a teşekkür edip iyi dileklerle yanında ayrıldım. Biraz daha dinlenmek için odama döndüğümde beni bekleyen süpriz soğuk duş etkisi yarattı. Yüce kral benim odamda beni bekliyor. İnanması imkansız hatta imkansızdan da öte ama öylece oluvermişti işte. Bu benim için büyük bir onurdu ve aynı zamanda çok iyi bir şeylerin gercekleşmek üzere olduğunun da habercisi. Hemen kralın önünde yere kapandım.
-Saygılar majesteleri. Bu ziyeretiniz benim için sadece onur olmaktan ötedir. Bu güzide ziyaretinizi neye borçluyum.
-Heyecağının farkındayım ve heyacanlanmakta haklısın da buraya tüm hayatını değiştirmeye geldim. Ben senin kralınım nam-ı diyer Hadım Kral bu ünvanın zararlarının yanında yaraları da var ama zararlarının etkilerı daha fazla. Hadım olmam nedeniyle bir varisim yok ve olması da imkansız. Bu nedenle rakiplerimin mutlak hedefi benim ama asla korkak bir kral olmadım ve bundan sonra da bu değişmiyecek her savaşta olduğu gibi en ön safta orduma liderlik yapanben olacağım rahmetli babam ve abim gibi. Ordu kralına güvenmiyorsa, bir kalkan yanındaki kalkana güveniyorsa kazanmanın imkanı yoktur. Karşı taraf istediğin kadar zayıf olsun bir manası yok. Eğer güven yoksa kazanılacak tek şey kayıptır. Kayıpsa duymak istediğim son kelime. Bu anlattıklarımın seninle alakası ne diye merak ediyorsun muhakak doğal olarak. En ön saflarda bulunmam beni bir çok tehlikeyle burun buruna getiriyor bu nedenle korumaya ihtiyacım var işte sen ve kılıcın bu noktada devreye giriyorsunuz. Bana yemin et ve kralın için savaş. Güvenebileceğim kılıçlara ihtiyacım var.
Nutkum tutuldu. Kelimer boğazımda düğüm oldu. İlk kez kelimelerim bir cümle etmiyordu. Sözleri beni büyülemişti. Ayağıma kadar gelip bunları söylemesi takdire saheyandı. Anlattıkları ise olağan üstü. Hayallerimden de fazlası. En sonunda düşünmeyi bırakıp konuşmayı akıl ettim.
-Onurum, şerefim, kılıcım emrinizdedir. Buruğunuz kaderimdir. Tek bir emrinizle ölüme gözüm kapalı giderim. Her türlü zorluğu istisnasız göğüslerim. Buraya ayağıma kadar gelip beni böyle büyük sözlerle onurlandırdınız. Karşılığını kılıcımla ödeyeceğim şüpheniz olmasın.
-Güvenimi kazandın. Hitabet yeteneğini övmeden geçemem doğrusu. Bu sözlerin üstüne bu yeminin formalite olmaktan başka anlamı kalmadı. Final karşılaşması bir hafta sonra. Sakın öleyim deme bu bir emirdir. Parmağımın göstericeği yönden bir şüphen olmasın.
O giderken tekrar eğildim ve saygılarımı sundum. Koltuğa oturdum ve uzun bir süre boşluğu izlemekten başka bir şey yapamadım. Kendime geldiğimde hava kararmıştı. Hayaller içinde yüzmüştüm sanki. Hayatımın nasıl değişeceğini ve zaferlerimi şimdiden hayal ediyordum. Hayal gücümün sınırlarını zorluyordum. Sonra biraz dinlenmek için erkenden yattım.
O gece uyumakta zorlanıyordum ağrılarım uyumama engel oluyordu. Hatta bir ara hissettiğim acı o kadar arttı ki gecenin kör karanlığında üstad Dolahar'ı görmek zorunda kaldım. Verdiği merhemler biraz olsun acımı hafifletti ama göz kapaklarıma çare olamadı bütün gece düşüncelerle dolu zihnim ve ben yatakta dönüp durduk. Sabahın ilk ışıklarıyla biraz antreman yapmak için bahçeye çıktım. Yaralarımın izni doğrultusunda ancak 30 dk tempolu yürüyebildim ancak. Kaburgalarım kılıç talimine müsade etmiyordu henüz. Bunu takip eden dört gün boyunca yaptığım tek şey nerdeyse antremandı. Kralın emri kesindi kazanmaktan başka çarem yoktu. Güçsüzlere merhamet edilmezdi. Antremandan arta kalan zamanda da dinlenmeye özen gösteriyor göze fazla batmamaya çalışıyordum. Turnuvanın ödülü 10.000 Raliyant altınıydı ve bu göz ardı edilebilecek bir rakam değildi. İnsansı kolaylıkla onurdan uzaklaştırıp kötü düşüncelere sevk edebilirdi. Bende kendimi korumak zorundaydım kralın özel konu olsam bile. Kapımda 2 nöbetçi olmasına rağmen huzursuzdum. Düşündükçe bu huzursuzluğum katlanarak büyüyordu. Rakibimi tanımıyordum. Bir kaç dövüşünü izlemem haricinde hakkında hiç bir bilgim yoktu. Kimin oğlu, nerden geldi, neyin nesi hepsi kafamın içinde dönen ve cevap bekliyen sorulardı ve cevaplarını bulamadıkları için artık birer sorun haline gelmişlerdi. Bu düşüncelerden biraz da olsun sıyrılmak adına Kadim Şovalyelerin Unutulmaz Destanları adlı kitabın sayfalarına daldım. Sör Delon'un sadece yüz adamıyla bin şovalyeye karşı kazandığı ustaca zaferin ayrıntılarını okurken uyuya kalmışım. Tarih bir çok şeyi yazmıştır bu zamana kadar elbet bundan sonra da yazacaktır. Bu tarih kendi kendine yazılmamıştır elbette şovalyeler, kahramanlar, krallar ve en önemlisi savaşlar tarafından yazılmıştır tarih. Sör Delon ve adamları gibi şovalyeler. Benim de yegane beklentim bu yönde kralım Kerberusla birlikte kendi tarihimi yazmak. Diye anlatıyordum rüyamda büyük bir kalabalığa ordum olduğunu düşündüğüm kalabalığa. Bu hayallerle yanıp tutuşuyordum içten içe. Ama önümde her zamanki gibi aşmam gereken bir engel, öldürmem gereken bir rakip vardı ben de bu hayalleri bir kenara atıp dövüşe odaklandım. Evet hazırdım o kıçı kırık şovalyenin kıçına tekmeyi basacağım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder